İşin sonu kavramı Amerikalı düşünür Jeremy Rifkin tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Wikipedya nortlarıyla: “Jeremy Rifkin (d. 26 Ocak 1945), Amerikalı ekonomik ve sosyal kuramcı, yazar, konuşmacı, siyasi danışman ve aktivisttir. Bilimsel ve teknolojik değişikliklerin ekonomi, iş gücü, toplum ve çevre üzerindeki etkisi hakkında yirmi iki kitap yazmıştır. Küresel ekonomik kriz, enerji güvenliği ve iklim değişikliğinin zorluğunu ele alan uzun vadeli ekonomik sürdürülebilirlik planı olan “Üçüncü Sanayi Devrimi”nin baş mimarıdır. Üçüncü Sanayi Devrimi, 2007’de Avrupa Parlamentosu tarafından resmen desteklendi.”
Rifkin, teknolojinin insana karşı olan yapısının “işçisiz” bir dünyayı hayal edilebilir bir hale getirdiğini belirtmektedir. Rifkin’in ifadeleriyle: “Avrupa’da ve daha sonra birçok ülkede kendisine yer bulan sosyal devlet olgusunun işgücü maliyetlerinin sermaye sahibine “pahalıya” patlaması nedeniyle bu yükten kurtulmak için şirketler iş güçlerini yeni bilgi ve telekomünikasyon teknolojileriyle değiştirmek için acele etmektedirler. Maliyetleri düşürmek ve kar marjlarını “iyileştirme” peşinde olan sermayedar insan emeğinin yerine makineleri tercih etmektedir. Bu gelişmelerin bir çıktısı olarak paralel işleme ve yapay zekânın üretim sürecin eklemlenmesiyle yakın zamanda çok sayıda beyaz yakalı çalışanı işinden edecek gibi görünmektedir.”
Her türlü eğitim ve vasfa rağmen insan bu yeni düzende kendisini fazlalık olarak hissetmeye başlamıştır. Günümüzde büyük insan yığınları otomasyon ve yapay zekanın egemen olduğu dünyada kendilerine yer olup olmadığı endişesine kapılmışlardır. Rifkin’e göre sanayileşme ile başlayan makinenin emeği ele geçirmesi nihai olarak makinenin emeğin yerini alması ile sonuçlanacaktır. ,,
Rifkin’e göre “İnsanlık tarihinin tarihi bir kavşağına hızla yaklaşıyoruz. Küresel şirketler artık daha küçük bir işgücü ile eşi görülmemiş miktarda mal ve hizmet üretme yeteneğine sahiptir. Yeni teknolojiler, dünya tarihinde nüfusun benzeri görülmemiş seviyelere yükseldiği anda, bizi neredeyse işçisiz üretim çağına getiriyor. Artan nüfus baskıları ile azalan iş fırsatları arasındaki çatışma, gelecek yüzyılda ortaya çıkan yüksek teknolojili küresel ekonominin jeopolitiğini şekillendirecek.” O’nun hipotezine göre 2050 yılına geldiğimizde geleneksel sanayi sisteminin düzgün işlemesi için çalışan nüfusun sadece % 5’i yeterli olacak.
Üretken nüfuz aynı zamanda tüketim anlamına da geldiğinden üretim yapmayan insanların nasıl yaşayacağı ve üretilen malları kimlerin alacağı bir başka problem. Bu noktada global vatandaşlık geliri ile tüketimi bir ölçüde sürdürmek, küresel bir merkezi yönetimle üretimi tek elde toplayarak kapitalizmi bir anda global bir komünizme evrilterek, çevre tezlerini de destekler şekilde üretim ve tüketimi frenlemek yüz yüze geleceğimiz yeni senaryolar gibi duruyor.