Halil Şahan: “Kitap okuma alışkanlığını yitirdik”

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hilmi DUYAR / POLİTİKA / Yazar Halil Şahan, Savaştepe’nin kuş uçmaz, kervan geçmez Kılcılar Köyü’nün Yarıkaya Mahallesi’nde dünyaya geldi. 2 yaşında annesini yitirdi, nenesinin duru, öz, Türkçe sözcükleriyle büyüdü. Bu konuşma dili onu çok etkiledi. Yapıtlarında, hep bu dili kullandı. Öğretmenlik yaşamında, kitaplarında, Radyo tiyatrolarının senaryolarında öz Türkçe sözcüklerden şaşmadı. Yönetmenliğini Ömer Kavur’un yaptığı, sinemaya uyarlanan, en iyi 10 Türk filmi arasında gösterilen, “Anayurt Oteli” kitabının yazarı Yusuf Atılgan ile mektuplaşmalarını, “Sevgili Halil Kardeş” adıyla kitaplaştırdı. Eser en çok satılan kitaplar arasında yer aldı. Yüreklerin buluşması, Can’ın can defteri, Cart sarı küçük kurşun kalem gibi çocuk kitaplarını yazarken, Tarla dönüşü, Okul Radyosu gibi programların senaryolarını yazarken öz Türkçe kullanmaya özen gösterdi. Halil Şahan, 80 yaşında olmasına rağmen, hala yeni bir kitabın hazırlıklarını sürdürüyor. Genç öğretmenlere, kendi fikirlerini çocuklara aşılamaması için tavsiyelerde bulunurken, iyi bir öğretmen olmaları için de bol bol kitap okumalarını, çocuklara da kitap okuma zevkini aşılamalarını öneriyor.

 

 

Halil Şahan kimdir?

1944 yılında Balıkesir’e bağlı Kılcılar Köyü’nün Yarıkaya Mahallesi’nde doğdum. 2 yaşındayken annem öldüğü için babaannem tarafından büyütüldüm. Özellikle belirtiyorum çünkü babaannemden çok şey öğrendim. Annesiz olmamdan kaynaklanan şefkat ile dedem ve nenem bana çok ilgi gösterdi. Köyümüze o zamanlar Balıkesir’den bir nalbant gelirdi. Onunla hep birlikte olduğumuz bir anda ben dedeme o gün yaşadıklarımı anlattım. Adam beni dinledikten sonra dedeme dedi ki ; “Halil bu çocuğu okut. Bak ne güzel anlattı. Bu çocukta bir cevher var.” Nalbantın anlattıkları dedemi kafasına yerleşmiş olacak ki beni okumaya teşvik etti, okula kendi yazdırdı. İlkokulu Pamukçu’da bitirdim. Savaştepe Öğretmen okulunu kazandım. Öğretmen okulunun ilk 2 yılını Savaştepe, 2 yılını da Nazilli Öğretmen okulunda okudum. Buradan mezun olduktan sonra Necatibey Eğitim Enstitüsü’nü kazandım. Burada öğrenim görürken, Cevdet Demiray’ın yönettiği gazetenin Yaşantı sayfasında şiirlerim yayınlanmaya başladı. Eski adı Necati Öğretmen Okulu olan eğitim enstitüsünden mezun olduktan sonra 1965 yılında Manisa’nın Saruhanlı İlçesi ortaokuluna atandım. 1 yıl görev yaptıktan sonra askere gittim 24 ay askerlikten sonra Muğla Ula’da 7 yıl çocuklara eğitim verdim. Saruhanlı’nın Hacırahmanlı Kasabasına atandım. Burada emekli olup, İzmir’de dershane öğretmenliği yaptım. TRT’de Tarla Dönüşü, Okul Radyosu programlarının yazarlığını üstlendim. Çocuk kitapları, denemeler yazdım. Hala çeşitli dergilerde yazılarım yayınlanıyor. Önümüzdeki günlerde yayınlanacak bir kitabın hazırlıklarını yapıyorum.

 

 

Doğduğunuz köyde okul yok muydu? Neden Pamukçu İlkokuluna gittiniz? Savaştepe Öğretmen Okulunu yarıda bırakıp Nazilli Öğretmen Okulunu niye tercih ettiniz?

Kılcılar Köyünde o zamanlar okul yoktu. Konakpınar da okul vardı fakat köyümüze 7 kilometre uzaktaydı. Yağmurda, karda, kışta okula gitmem zor olacağından dedem Pamukçu’daki bir arkadaşının yanına beni verdi. Yanında 5 yıl  kaldığım ailenin çocukları yoktu. Beni kendi çocukları gibi baktılar. Dedem Çanakkale’de esir düşmüş. 5 yıl Mısır’da İngilizlerin esareti altında yaşamış. Orada İngilizlerden çok şey görmüş, çok şey öğrenmiş, yeniliklere açık bir adam haline gelmiş. Bu nedenle, daha iyi eğitim almam için Pamukçudaki arkadaşı İsmail Bektaş’a beni emanet etmiş. Savaştepe Öğretmen Okulundan Nazilli’ye naklimi yaptırmaya gelince; Nazilli’de açılan öğretmen okulunun müdürü vaktiyle Savaştepe’de öğretmenlik yapmış. Öğretmen okulu geleneği oluşsun diye Savaştepe’den öğrenci istemiş. Sınıftaki arkadaşlarımın çoğu gibi ben de Nazilli’yi tercih ettim. İyi ki bu tercihte bulunmuşum. Nazilli’deki yaşam beni ve arkadaşlarımı çok etkiledi. Savaştepe’deki okulumuz toplumdan kopuk, içine kapanık bir kurumdu. Eğitim faaliyetleri iyiydi fakat hayata tam hazırlamıyordu. Nazilli, Savaştepe’ye göre büyük kent. Basma fabrikası kurulduktan sonra orada yeni bir kültür oluşmuş. Fabrikayı Sovyetler Birliği inşa etmiş. Her şeyini yapmışlar. Futbol sahası var, tiyatro salonu, sineması var. Müzik grupları, korolar var. Tenis kortu, paten pisti, bisiklet parkuru 40 yataklı hastanesi,  çocuklu anneler için kreş vardı. Aklınıza gelen her şey orada mevcuttu. İşçiler tiyatro sahneliyor. Nazilli’de yeni bir kültür oluşmuş, Nazilli Basma Fabrikası şehrin sosyo-kültür merkezi halini almış. Dolayısıyla biz onu yaşadık ve gözümüz gönlümüz orada açıldı. Ben oradayken şiir yazmaya başladım. İzmir’de, Ege Ekspres Gazetesi, Yeni Asır Gazetesi, Demokrat İzmir gibi bölge gazeteleri çıkıyordu ve sanat sayfaları vardı. O gazetelere şiirler gönderiyordum ve yayınlanıyordu. Nazilli Öğretmen Okulundan sonra biz 2 arkadaş Necati Eğitim Enstitüsü kazanıp Balıkesir’e geldik. Okumaya ve şiire merakım burada da sürdü. Eğitim enstitüsünde öğretmen olan Cevdet Demiray Türk Dili Gazetesi’nde yöneticiydi. Yaşantı sayfasında 2 arkadaş yazılar yazdık şiirler yayımladık. Buradan mezun olup öğretmenliğe başladığımda askerlik yaşamımda şiir yazmaya devam ettim.

 

 

Şiirle ilgili eleştiri kitabınız var, şiir kitabınız yok. Şiirlerinizi neden derlemediniz?

Öğretmenlik yaptığım yıllarda şiir yazıyordum. Askere gittiğimde bir şair ile tanıştım. Şiirlerimi okuduğunda kötü olmadıklarını belirtirken, “Bu şiirlerle bir yere varamazsın, şiir bilgini, şiir kuramını iyice geliştir” dedi. Öneri üzerine sürekli şiirle ilgili kitaplar okudum, denemeler yaptım. Bir süre sonra kendim de aynı kanıya vardım. Ben şiirle ilgili bir yere varamam. Şiirlerim dergilerde yayınlanır ama sıradan bir şair olarak kalırım diye düşündüm ve şiir yazmayı bıraktım. İyi şiir yazmak için verdiğim o uğraşlar, okumalar sonunda şiir bilgimi çok arttırdı. Bu kez şiirle ilgili yazılar kaleme almaya başladım. Gönderdiğim her eleştiri dergilerde hemen yayınlanıyordu. Aldığım dönütlerde, iyi bir eleştirmen olacağım konusunda çok güzel sözler söylendi. heveslendik. 1986 yılına kadar böyle devam ettim. O yıl Benim İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptığım dönemde Adana’dan bana bir dergi göndermişler. Dergi, mahkemece yasaklanmış. Adresimi de abone olduğum diğer dergilerden almışlar. Polisler geldi, okuldaki dolaplarımı aradılar, evime gittiler, orayı, buraya karıştırdılar, her tarafı didik didik ettiler. Yahu ne yapıyorsunuz, nedir aradığınız, sorun nedir? Diye sorduğumda, yasaklı dergiyi aradıkları ortaya çıktı. Almadığımı, İmam Hatip Lisesine yeni geldiğimi söyleyip eski okuluma göndermiş olabileceklerini belirttim. Dergiyi orada bulmuşlar. Bir ceza almadım bir sorun çıkmadı ama çok korkmuştum. Bir süre yazmaktan uzak kaldım.

 

 

“Sevgili Halil Kardeş: Köye mektuplar” kitabının mimarısınız. Anayurt Oteli kitabının yazarı Yusuf Atılgan ile nasıl tanıştınız?

Öğretmen olduğumda ilk atanma yerimin Manisa Saruhanlı Ortaokulu olduğunu, askere gidip geldikten sonra Muğla’nın Ula ilçesinde öğretmenlik yaptığımı söylemiştim. Ula’da 7 yıl çalıştıktan sonra kendi tayin isteme hakkımı kazandım. Yeniden Saruhanlı’ya tayin istedim ve Saruhanlı’nın Hacırahmanlı Kasabasına geldim. Burada ünlü yazar Yusuf Atılgan’la tanıştık, ahbap olduk. Tanışmadan önce bazı öğretmen arkadaşlarım, Yusuf Atılganı’ın çok iyi bir insan olduğunu, fakat bolşevik olduğunu belirttiler ve dikkatli olmamı istediler. Benden yaşlıydı, babamla yaşıttı ama iyi dost, iyi arkadaş olduk. Yusuf Atılgan ile tanışmak benim hem edebiyat bilgimi, hem yazarlık görüşümü çok değiştirdi. Aylak adam, Canistan, Siz rahat yaşayasınız kitaplarının yazarı. Bilinç akışı tekniği ile ilgili sayısız kitap okudum ama bir yere geliyor takılıyordu. Yusuf Atılgana sordum, anlatınca her şey açığa çıktı. Fazla detaya gerek yok. Hacırahmanlı’da yazarlık hevesim biraz daha arttı. Eleştiri yazılarını arttırdım. Arada öykü ve denemeler de yazdım. Emekli olduktan sonra yazarlığa daha fazla odaklanma fırsatım oldu. Yusuf Atılgan İstanbul’a gittiğinde, 1980-1988 yılları arasında mektuplaştık.

 

 

Ne zaman emekli oldunuz? Emekli olduktan sonra inzivaya çekilmek istemediniz mi?

1994 yılında emekli oldum ama 1983 yılından 1986 yılına kadar Ankara’da, Film Radyo Televizyon ile Eğitim Merkezi’nde (FRTEM) çalıştım. Burada çalışmak görüşümü değiştirdi, çevremi genişletti. İyi yönleri olduğu kadar, dezavantajları da beraberinde getirdi. Çünkü özgürce yazma hakkı tanımadılar. Falan konuda, falan anlayışla yazacaksınız dediler. Bu durum ısmarlama gibi bir şey oluyor. Beni pek sarmadı ve uzaklaşmak için bazı hoş olmayan yollara başvurdum. Yazmam için diretilenleri yazmadım. Dolayısıyla tekrar Manisa’ya döndüm. 1994’te emekli olduktan hemen sonra dershaneciliğe başladım. 2007 yılında ülke genelinde dershaneler kapatılınca, kendimi sürekli yazmaya verdim.  Yusuf Atılgan’ın bana yazdığı mektupları, “Sevgili Halil kardeş” adı altında kitaplaştırdım. Şimdi 4’üncü baskısı yapılacak.

 

 

FRTEM nedir? Siz orada neler yazıyordunuz? Sizi nasıl bulup çağırdılar?

FRTEM’in açılımı, Film Radyo Televizyon ile Eğitim Merkezi’dir. Halk arasında, Okul Radyosu olarak geçer. Ben orada program yazarı olarak bulundum. Aynı zamanda eğitim filmleri için de senaryolar yazdım. Bir de Köy Saati programı vardı. Bu program için de, tarımla ilgili, köylerle ilgili program senaryoları yazdım. Dediğim gibi, kalıplaşmış, sipariş senaryolar istenince, ben tekrar okuluma dönüp emekliliğimi istedim. Tekaüt olunca dershanelerde öğretmenlik yaptım, dershaneler kapatılınca yapacak bir şey kalmadı ve Balıkesir’e döndüm. Yaşım bir hayli ilerlemiş olmasına karşın halen yazıyorum. Hemen hemen her ay birkaç dergide yazılarım çıkıyor. Bir kısmı öykü niteliğinde ama kendime özgü öykülerdir. Bunlara küçürek öykü diyorlar. Öykülerimin dışında deneme ve eleştiriler yazıyorum. Eleştirilerimden, “Tek şiir” adlı bir kitap ortaya çıktı.

 

 

“Tek şiir” adlı deneme kitabınızda, halk şiirinden Hececiler’e ve yeni yazarlara dek şiir incelemeleri var. Neden böyle bir yol izlediniz?

Tek şiir adlı kitabımda 24 şairin birer şiirini inceledim. Ben genellikle dergilerde okumaya alışkın olduğumuz böyle genel yargıları ileri süren, onların şairde ve şiirde karşılığını göstermeyen yazılardan pek hoşlanmıyorum. Ben bir şiiri alıyorum, virgülüne, hecesine, tek harfine kadar onları inceliyorum. Tek şiir yapıtımda da 100 küsur sayfalık kitap oluşturdum. Bu kitapta genellikle yeni şairler var ama ben eskilerden, daha da eskiye dönerek Karacaoğlan’ı bile ele aldım. Karacaoğlan’ın şiirleri arasında en çok Elif şiirini severim. Bu şiire dayanarak toplumumuzdaki insan karakterine ulaşmaya çalıştım. Karacaoğlan’ı. Amerikan şairi Walt Whitman’la kıyasladım. Whitman, cinselliği ve müstehcenliği şiire sokmuştur. Karacaoğlan’da da cinsellik ve müstehcenlik vardır. Bazen düğmeleri çözdürür, bazen tomurcuk memeleri ağza verdirir. Pek üzerinde durulmaz ya da bazı açıklayıcılar onları başka yöne çeker. Oysa o toplumun yaşadığı bir kültür ögesidir. Sakınılacak, gocunulacak bir şey yoktur. Kitapta, Melih Cevdet Anday var. Diğerleri daha çok genç şair ve yazarların şiir incelemeleri var. Bu kitapta yazdıklarıma bazıları eleştiri diyor fakat inceleme demek daha doğru olur. Şiirlerdeki imgeleri ve kullanılan sanatları yazdım. Örnek vermek gerekirse, Karacaoğlan’ın Elif şiirinde, “Ak elleri kalem tutar yazar Elif Elif diye” dizesini incelersek;  Karacaoğlan bu şiiri yazalı 400 yıl olmuştur. Elif yazı yazıyor! Günümüzde bile kadınların okuması büyük bir sorunken, 400 yıl önce nasıl okutmuşlar kadınları. Ben onun için dedim ki; Karacaoğlan kadının okumasından yazmasından yana. O nedenle, kalem tutturuyor ve yazdırıyor.” O dönemde kadınlar istese de okula gitme olanağı yoktu. Şiirleri inceliyorum, şair belli bir yönteme göre mi yazmış, rast gele mi yapmış? Çoğu belli bir yönteme göre yapıyor. Konuya giriyor, geliştiriyor ve bir sonuca bağlıyor. Düz yazıda da bu esastır. Şiirde de bunu gözetenler var. Çağımızın şairleri daha geniş çağrışım yapmak için belli bir yol izlemiyor. Hüseyin Ferhat var, Anadolu’yu gökyüzünden dolaşıyor. Rast geldiği yerlerdeki eski uygarlıklardan söz ediyor ve belli bir sisteme göre değil. Biliyoruz ki şair yukarıdan baktığı için gördüklerini anlatıyor. Yadırgamıyoruz, bunu genellikle bir sistem sayıyor. Tekrar Karacaoğlan’a dönecek olursak, cinselliği daha çok üremeye, çoğalmaya, bir hayat yaratmaya yönelik olarak ele alıyor. Dolayısıyla müstehcen değildir. Bu tür olgular türkülerimizde de var. Türkü dinlemeyi çok severim. Hatta bazen yapılan değişiklikleri yadırgıyorum. Sözüm ona ahlaki kaygılarla türkünün özünü değiştirmişler. Bir Urfa Türküsünde, bir elim yar koynunda diyecek, yar kolunda diye onu değiştirmişler. Kol, yarin koynunda olunca onu ahlak dışı sayıp değiştirmişler. Bence çok yanlış, her şey özü neyse öyle söylenmelidir.

 

 

Yusuf Atılgan gibi ünlü bir yazarın mektuplarını kitap haline dönüştürmek nasıl bir duygu?

Öğretmenlik yaptığım yıllarda, Yusuf Atılgan ile Hacırahmanlı’da tanıştık. O daha sonra İstanbul’a gitti. 1980’den 1988 yılına dek sık sık mektuplaşırdık. Bana Hacırahmanlı’daki gelişmeleri, annesinin sağlık durumunu soruyordu. Mektupları atmadım, biriktirdim. Kitaplaştırmak için bir girişimimde olmadı. Yusuf Atılgan’ın bana mektup yazdığını bilen bir arkadaşım beni İzmir’deki bir edebiyat paneline çağırmıştı. Panelde, yaşadıklarımı mektupları, anlatınca mesele duyuldu. Ondan sonra İstanbul’dan Burak Fidan diye biri gelip benimle konuştu. Konuşmamızda, Atılgan’ın köyünden, annesinden haber sorduğunu anlattım. Yusuf Atılgan köyünden İstanbul’a gitti. Türkiye’nin en modern romanlarını yazmış bir adam ama köyde köylü gibi yaşamışlığını anlattım. Yusuf Atılgan ile ilgili bir şeyler yazmamı istedi. Ben de onun köydeki yaşantısını, onunla ilgili anılarımı yazdım. Kitap çok ilgi gördü ve 1 ayda 2’nci baskıyı yaptı. 2 yıl sonra 3’üncü baskı için tekrar eklemeler istediler. Yanlışlar vardı onları düzelttim yeni bazı detaylar ekleyince kitap daha fazla ilgi gördü. 2 yıl önce başka bir yayınevinden öneri geldi. Kitabımı basan yayınevinin kapandığını, tekrar bastırmak istersem, kitabı yeniden basabileceklerini söylediler. Tamam diyerek sözleşme yaptım. Aradan 2 yıl geçti baskıdan ses seda yok. Geçtiğimiz günlerde telefon ettim. Her şeyin hazır olduğunu bir tek kapağın kaldığını belirttiler. Gözden geçirmem için bir örnek gönderdiler. Editör, benim anlatımıma müdahale etmiş. Yanlış, bozuk, hatalı olur müdahale edersin. O kadar çok bozmuşlar ki, doğru bilgileri yanlış hale getirmişler. Yusuf Atılgan, ortaokul yıllarında İngilizceyi, Behice Boran’dan öğrendiğini söylemişti. Editör, Behice Boran’ın Ortaokulda çalışabileceğini düşünmeyip, benim yanlış yazdığım konusunda akıl yürütmüş, üniversitede öğrendiğini algılamış. Oysa Behice Boran 1933 senesinde koleji bitirince, Manisa’da yargıç olan akrabasının yanına geliyor. O yıllarda İngilizce öğretmeni yeterince olmadığından sıkıntısı çekiliyor. Çocuklara ders vermesi için öneri götürüyorlar. Behice Boran da kabul ediyor. Yusuf Atılgan bu konuyla ilgili bana şunları söylemişti: “Kolej mezunu gencecik bir kızdı. İngilizceyi iyi bildiği için kısa sürede bize öğretti” demişti. Sonra, Amerika’ya gitmiş, kariyer yapmış, üniversiteye geçmiş. Editör bunu kabul etmiyor. Kendine göre bir yığın yazıya müdahale etmiş. Açık söylemek gerekirse kitabın basılması için hiçbir uyarıda bulunmuyorum. Bakalım nasıl gelecek? Basmazlarsa daha çok memnun olacağım. Sözleşme yaptığım için de çekilemiyorum. Sözleşmeyi bozarsam tazminat ödemem gerekecek.

 

 

Öz Türkçeyi babaannemden öğrendim diyorsunuz, öğrendiklerinizi kitaplarınızda yansıttınız mı?

Babaannem çok bilge bir kadındı. Neredeyse her şeyi bilirdi. Köy halkı bazı konularda gelir ona danışırlardı. Yakın köylerden yaşıtı olan arkadaşları gelir onlarla sohbet ederdi. Ben babaannemin konuşma sitilini kaptığımı sanıyorum. Pek çok sözünü yazılarımda hala kullanırım. Bu yüzden anlatımımı çok hoş bulanlar oluyor. Anlatımımı babaanneme borçluyum. Ben Oğuz Türk’ü, Karakeçili Yörüklerindenim. Osmanlı Devletini Karakeçili aşiretinin kurduğu söylenir. Doğan Avcıoğlu kitabında yazmıştır. Atatürk, 1’inci Türk Dil Kurultayı’na Karakeçili aşiretinden kişiler çağırmıştır. Savaştepe’nin Beyköy’ünden İsmail dedem de çağırılanlar arasındaymış. Yazılarımda, kitaplarımda, öz Türkçe benim için son derece önemli. Şu anda herhangi bir roman, şiir deneme, yazmıyorum. Sosyal Medya hesaplarımda hemen her gün bir kaç deneme yazıyorum. Daha sonra bunları kitap haline getirmem istendi. 78 sayfalık bir kitap hazırlandı. Eklenecek bir o kadar daha yazı var. Artık uzun roman yazmak istemiyorum. Günümüzde insanların uzun yazıları okumaya ne sabırları var, ne de vakitleri var. Dolayısıyla kısa yazıyorum ama kısalık da yoğunluğu getiriyor. Yoğunluklu olunca da yazı üzerinde daha fazla çalışmış oluyorsun.

 

 

Günümüz insanı okuma alışkanlığını mı yitirdi yoksa başka etkenler de var mı?

Okuma alışkanlığının yitirilmesinde pek çok değişik nedenler var. Türkçe öğretmeni olarak ben kendimi de sorumlu tutuyorum. Okuma alışkanlığı veremiyoruz. Kimileri, “Çocuk okuma alışkanlığını ailede öğrenir. Alışkanlığı aileden alır” diyor. Anne, baba okumuyorsa çocuğun okur olması çok zor. Ben kitap okumayı çok severim. Babam okuma yazmayı askerlikte öğrenmesine karşın hep aşık garip kitapları taşırdı cebinde. Onu görünce okudum. Belki de kitap sevgim ondan kaynaklanıyor olabilir. Benim 2 oğlum var, okumaya son derece meraklı. Büyük kütüphaneleri var. Onlara hiçbir gün alın, okuyun demedim ama beni hep okurken görürlerdi. Okuma alışkanlığını şimdi vermek son derece zor. Televizyon, internet evlere girdi, insanlar televizyon seyrediyor, internete giriyor, boş zamanlarını değerlendirmeyip böyle harcıyor. Biz millet olarak okumayı sevmediğimiz gibi, yabancı dili de pek öğrenememişiz. Türkçeyi çok iyi bilmediğimiz için yabancı dili de öğrenemiyoruz. 45 yıl öğretmenlik yapmış bir insan olarak gözlemim tüm derslerde genel başarısızlık var ama en büyük başarısızlık yabancı dil derslerindedir. Yabancı dil öğretmenlerinin çoğu da o dili öğretecek kadar iyi bilmiyorlar. Ülkemizde yabancı dil eğitimi son derece yanlıştır. Anadolu Liseleri öğretime başladı, biraz iyileşir gibi oldu, sonradan yine bozuldu. Yabancı dil öğrenmeye çok meraklı insanlar bile okulda öğrenemedikleri için özel öğretmenlere gidip, ders aldılar. Okullarda yabancı dil eğitiminin son derece yetersiz olduğu kanısındayım. Öğretmen okullarında bizim dönemimizde yabancı dil dersi yoktu. Ben öğrenemedim. Yabancı dil bilseydim yazarlığım çok daha farklı gelişirdi. Özellikle eleştiri yazmak için mutlaka yabancı dil bilmek gerekir. Temel kaynakların çoğu Türkçeye çevrilmiş değil. Okullarda yabancı dil eğitimi, ailede okuma alışkanlığı dedik ama günümüzde bir hayli okuyan insan var. Ne yalan söyleyeyim onlar da popüler,  yazarları okuyorlar. Televizyonda, gazetelerde adı geçen yazarları okuyorlar. Birkaç kişi bir araya geldiği zaman, falanı okudun mu, filanı okudun mu? Diye konuşuyorlar. Kimileri de söz sahibi olmak için adı geçen yazarları okuyorlar. Geçmişte bu konuda şöyle bir gözlemde bulunmuştum; kitabın başını ve sonunu okuyorlar. Neden öyle yapıyorsunuz diye sorduğumda arkadaşlarının yanında giriş ve sonuçtan bahsettiklerinde, kitabın okunmuş gibi algılandığını söylüyorlar. Kültürlü görünmek için böyle yollara başvuruyorlar.

 

 

Okumaktan, öğrenmekten bahsetmişken, siz zamanında Tarla Dönüşü, Okul Saati, Radyo Tiyatrosu gibi programlara senaryo yazdınız. Sizin topluma vermek istediklerinizle,  bu gün televizyonlarda yapılan programlar arasında ne gibi farklar var?

Televizyonlardaki dizilerin toplumu çok bozduğunu, şiddete yönelttiğini gözlemliyorum. Nitekim sürekli cinayetler işleniyor. Özellikle kadın cinayetleri çok sık oluyor. Bunlar sebepsiz değil. Çünkü özendiriliyor. Bizim eskiden yaptığımız programların amacı topluma bilgi vermek, toplumu eğitmekti.  O programlar, köylü söylemiyle dile getiriliyor, tarım bilgisini günlük konuşma içinde arttırmak amacını taşıyordu. Türk Köylüsü özellikle 1980’li yıllara kadar yeniliklere uzak durdular. Yenilik masraf getirmiştir, çaba getirmiştir ve bu yüzden yenilikten kaçmışlardır. Yenilikleri alıştırmak, cesaretlendirmek için de o programlara yer verilirdi. Traktörle tarım, suni gübre kullanımı gibi senaryolar üretilirdi. Yine Radyo Tiyatrosu, Okul saati gibi programlarda eğitici içeriklerle halka sunulurdu. Biz o zaman çok iyi eğitici senaryolar yazdık. Şimdi Tv’lerde izliyoruz, sigara, alkol kadehleri kristalize ediliyor. İyi çok güzel fakat adam silahı eline alıyor, adeta katliam yapıyor. Bu da gençleri şiddete yöneltiyor.

 

 

Genç yazarlara ne tavsiye edersiniz?

Her şeyden önce okumalarını öneririm. Sürekli denemeler yapmalarını isterim.  Ne kadar çok okunursa o kadar iyi. Belki sevdiği bir yazarın etkisinde yazabilir. Ama bütün yazarlara kuşkuyla bakması gerekir. Belki o zaman kendini bulabilir. Yoksa başkalarının taklitçisi durumuna düşer. Falan şair en büyüktür. Tamam, büyüktür, kabul ederiz fakat bir şair onun gibi yazmamalıdır. Falan öykücü çok önemli ama onun gibi yazılmamalı Her yazar kendi anlatımını, kendi bakış açısını dile getirmesi gerekir. Balıkesir’de Almanca öğretmeni Aydın Ayhan isminde bir tarihçi var. Ayhan Bey bizzat araştırıyor, buluyor, belgeliyor, tarihi bilgiyi oradan çıkarıp yazıyor. Başkalarının bulduklarından aktarmıyor. Kaynak gösterip yazmak kolaydır. Önemli olan o kaynağı ortaya çıkarmak. Tarih araştırmalarında olduğu gibi edebiyat çalışmalarında, incelemelerinde de önemlidir. Yazarın bir şeyler vermesi gerekiyor. Bizzat kendisinin araştırıp bulması gerekir.

 

 

Tekrar dünyaya gelseniz öğretmenliği mi yazarlığı mı tercih ederdiniz?

Hiç öğretmen olmayı istemedim. Biraz zorunlu gibiydi. Şimdi düşünüyorum; İyi ki öğretmeni olmuşum Çünkü insan eğitimiyle ilgileniyorsunuz. Konunuz, malzemeniz insan. 1965 yılında öğretmeni olduğum insanlar halen beni arıyorlar. Demek ki bir sevgi bağı oluşmuş ve 60 yıldan fazla zaman geçmesine karşın kopmamış. Başka bir meslekte bunu yaşamak olanaksızdır. Büyük oğluma öğretmen olması için öneride bulundum. Kabul etmedi, asker olacağını söyledi. Askeri liseye gitti. Son sınıfta başarılı öğrencilere askeriye adına üniversitede okuma hakkı tanınıyor. Ona da tanıdılar, öğretmenliği seçti. Eninde sonunda öğretmen oldu. Harp okulundan emekli olduktan sonra İngiltere’ye yerleşti. Londra’da öğretmenlik yapıyor. Öğretmenlik kutsal meslek ama herkesi öğretmen yapmamalılar. Öğretmenlik bir kişilik oluşturma pozisyonunda bir meslek. Şimdi bakıyorsun, adam kendi politik düşüncesini aşılıyor çocuklara. Öyle olmaması gerekir ama yapılıyor. Milli Eğitim’in amaçları neyse onun yapılması, uygulanması gerekir.

Tepki Ver | kat_l_yorum1
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
1
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
Halil Şahan: “Kitap okuma alışkanlığını yitirdik”
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!