AKP iktidara gelirken ülkeyi şirket gibi yöneteceğini ilan etti. Son günlerde Hazine ve Maliye bakanı Nurettin Nebati’nin yabancı yatırımcıları ülkeye çekebilmek için ‘siz yeter ki gelin, engel olacak olan bürokrasiyi alaşağı ederiz’ vaadinde bulunarak bir anlamda bürokrasinin oligarşik bir yapı olduğunu kabul etti. Oysa bugün şikayet ettiği, yatırımların önünde engel gördüğü bürokrasi 20 yılda kendi oluşturdukları bürokrasiydi.
İktidara gelirken engel gördükleri devletin yerleşik yapısını altüst etmelerine, her kademeye kendi insanlarını yerleştirmelerine rağmen ‘az da’ olsa var olan kurallar bile engel olarak görülmektedir. Oysa bugün Nebati üzerinden yapılan eleştirilerin evveliyatını hatırlamakta yarar var.
İlk iktidar dönemlerinde özelleştirme furyasında başta limanlar olmak üzere o gün için görevini yapmaya çalışan ‘Danıştay, Sayıştay, Yargıtay (nedir bu Tay’lardan çektiğimiz deniyordu!)’ tarafından özelleştirmeler iptal edildiğinde rahmetli olan Kemal Unakıtan ‘gerekirse kanun değiştiririz’ diyordu!
Benzer şekilde geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu metruk binaların yıkımıyla ilgili yetkililere ‘yıkın geçin, kanun arkadan gelir’ dedi.
Yüzlerce örnekten daha canlı bir örnek verelim yine kısa süre önce Danıştay, günlük enerji sarfiyatı küçük bir kasabanın ihtiyacını karşılayacak ‘Saray veya külliyenin’ kaçak yapı olduğuna karar verdi! Yapımı esnasında da kaçak yapı olduğuna dair çokça tartışılmış dinleyen, ipleyen olmamıştı; Danıştay’ın kararının artık bir önemi kaldı mı?
Bu sadece ‘Saray veya külliye’ için değil bütün büyük yatırımlarla ilgili yapılan bir uygulama; uymasa da, uydurulma pragmatizmi… yap istim arkadan gelsin veya ‘yok kanun, yap kanun’ kurallara göre değil, duruma göre vaziyet-siyaset yapma.
Gelelim SEMER DEĞİL ESER SİYASETİNE!
Yine Erdoğan sıkça ‘eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri’ vurgusunu sıkça yaparak kendilerinin ‘eser’ siyasetçisi olduklarını, rakiplerinin ise eserden uzak olduklarına vurgu yapmaktadır.
Yönetenler Türkiye kaynaklarını rantabl kullanmak, verimli alan tercihleri yapmak değil daha çok maliyet analiz hesabına bakmaksızın gösterişli eser bırakma veya kitleri bu yolla ikna etme çabasındalar. Eserler mega veya en büyük, en uzun tanımlamalarıyla ekonomik olmasına, maliyetine bakmaksızın seçmeni etkilemeyi ön plana almaktadır; bugüne kadar da başarılı olduğu iddia edilebilir.
Seçmen büyük bir ihtimalle bireysel olarak bugüne kadar çok sıkıntıya düşmediği için devleti yönetenlerin israflarına bakmadan; geçmediği köprü, kullanmadığı yollar, kendisine çok uzak mega projelerle hep övündü, gururlandı ama o aşırı kaynak israflarının, verilen garantilerin bütçede oluşturacağı kara deliklerin kendi bütçesine yük oluşturduğunu görmeye, hissetmeye başladığı anda eserlerin gösterişine kanıp kanmayacağı görülecektir.
Yönetenler muhtemelen biz gittikten sonra kimse eserin maliyetine bakmayacak, ülkenin üzerinde oluşturduğu yükü hesaplamayacak, bugün sıkıntı çekenler ve geriden gelecek nesiller ‘eserlerin’ maliyetini değil yapanları hatırlayacağını, yad edeceğini düşünmektedirler.
Geçtiğimiz günlerde Ege Cansen kendilerini eser siyasetçisi olarak tanımlayanlara örnek olarak Dolmabahçe Sarayı’nın da Osmanlı’nın çöküş döneminde, yüksek maliyetlerle yapıldığını, bugün gezenlerin aklına maliyetinin gelmediğini, bugünde maliyetine bakmaksızın yol-köprü-havaalanı yapanlarında böyle düşünmüş olabileceğini yazmıştı.
Devlet, şirket gibi yönetilemez. Devlet ağır karar almalı, alınan karar tüm halkı ve gelecek nesilleri ilgilendirdiğinden ince elenip sık dokunmalı, farklı kurumların görüşleri dikkate alınmalı ortaklaşa karar verilmeli. Devlet şirket gibi patronaj anlayışıyla veya üç beş yönetim kurulunun bir araya gelerek aldığı keyfi, birilerinin istek ve arzusuna göre alınan kararlarla devlet yönetimi olmaz. Olursa Devlet olmaz, patron-başkan ne isterse o olur.
Şimdi o patron-başkan seçim yasaklarında da azade!
TBMM’de kabul edilen Seçim Kanununa göre Cumhurbaşkanı seçim yasakları kapsamı dışında tutuldu. Yani partili cumhurbaşkanı Devlet’in tüm olanaklarını, devasa ‘örtülü ödeneği’ kendisi ve partisinin kazanması için istediği gibi ‘sorgu sual, denetim’ olmaksızın seçim yasakları dışında kaldığı için rahatlıkla kullanabilecek. Ve buradan seçim yarışının eşit şartlarda yapıldığına, demokrasi çıkacağına inanılması beklenecek.
Olmayan demokrasimize bir kez daha geçmiş olsun…