Çözümler bedava olmayacak artık!

Mesela, Büyükşehir Belediyesi seçimini alan partinin, o ildeki bütün ilçe belediyelerini de otomatikman aldığına dair yasa değişikliği yapılacak. Bu durumda ilçe belediyelerinin tamamı Büyükşehir Belediyesi’nin şubesi olacak artık. Böylece zaten yetkileri iyice kırpılmış olan ilçe belediyelerinin işlevi, sadece uygulama şubesi olarak belirlenecek. M

kubilay-saygın-öztürk-yazdı

KUBİLAY S. ÖZTÜRK

 

Daha 28 Mayıs 2023 genel seçim sonuçlarının açıklandığı gece, iktidar tarafı 31 Mart 2024 yerel seçimlerine de çok önem verdiklerine dair açıklamalar yapmıştı. İşte o “önemli seçime” yedi haftadan daha az bir zaman kaldı şimdi. İktidar temel hedefini büyükşehirleri mutlaka geri almak şeklinde ifade ediyor. Özellikle İstanbul’daki seçimi kazanmak için de, çok yoğun bir çaba gösteriyor.

Üstelik Millet İttifakı’nın tamamen dağılmış olmasına karşın, Cumhur İttifakı’nın çok az fire vererek gireceği bu seçim, aleni şekilde “son kaleyi de almak” şeklinde ifade ediliyor. Tabii buna bakınca, “son kale de alındıktan sonra ne olacak?” diye sormak, meşru hale geliyor.

 

O nedenle iktidarın yaklaşımına daha yakından bakarak, bu konuyu açmak lazım. Gerçekten ne olacak? İşin ekonomi tarafında, Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan ve geçenlerde ani bir değişiklik yapılan Merkez Bankası’ndan gelen sinyallere bakmak gerekiyor. “Parasal sıkıştırma” konusunda sona gelindiği, yerel seçimlere kadar piyasaya biraz para verilerek gevşeme sağlansa bile, seçimlerden sonra sert önlemlerin alınacağı, ekonominin iyice yavaşlatılacağı ve sonra da “acı ilacın” hızla halka sunulacağı anlaşılıyor. Zaten uzun süredir ifade ediliyordu bu gidişat. Zam, pahalılık ve yeni vergilerden oluşan bir acı ilaç olacak bu. Enflasyon programı bu şekilde alınacak uygulamaya. Zira tedrici bir düzeltmeyi sağlamaya yetecek büyüklükte yeni kaynak yok ortada. Masada beklediği ifade edilmiş olan finansal teklifler de, muhtemelen “şarta bağlı” olan türden. Zaten bu sebeple de “çok özel” torba yasaların hazırlandığından söz ediliyor artık.

 

Diğer yandan gündeme getirilmesi beklenen “yapısal reformlar” ise, bazı şanslı şirketlere uygulanan vergi aflarının kaldırılması yönünde veya gerçek bir “servet vergisi” uygulaması şeklinde olmayacak anlaşılan. Olası yeni bir vergi, vaktiyle “kur korumalı mevduata gel” denilen vatandaşlara, bu sefer dönüp, “çok kazandın, ver şimdi biraz geriye” denilmesi şeklinde olabilir mesela.

 

Seçim sonrasının, siyasete ve toplumsal yaşama dönük kısımlarının ise daha detaylı düzenlenmesi bekleniyor. O alana dair bazı sinyaller de veriliyor. Mesela 6 Şubat felaketinin ilk senesi dolarken başlayan ve çok fazla sözü edilen “merkezi iktidarla uyumlu olmayan belediyeler hava alır” yaklaşımı, bu alanda tek sinyal değil elbette. Zaten ilk kez de söylenmiyor o türden sözler. Sadece depremin yıldönümünde ve “muhalif” Hatay’da söylenmesi, vicdanları çok yaraladı haliyle.

 

Aslında bunun daha da ötesini düşünmek lazım şimdi. Zira iktidarın hem siyasette ve hem de toplumsal yaşamda değiştirmek niyetinde olduğu bir hayli hususun varlığı açıkça görülüyor.

En başta yıllardır vazgeçilmeyen ve “ver 400’ü kurtul” formülüyle ifade edilen, “yeni bir anayasa yapma” konusu var. TBMM’ndeki partilerin mevcut oy dağılımı, bu işin orada çözülmesine izin vermezse, değişikliklerin bir referandumla halka götürülmesi yöntemi de denenecek elbette. Bazı partiler, bu anlamda “kritik pozisyonda” olacaklar ve belki de iktidar tarafı Kılıçdaroğlu’na hayır duası yollayacak. Peki, bunca istenen anayasa değişikliğinde amaç ne? Muhtemelen hala bir Meclis’in olması ve belli periyodlarla ortaya bir sandık konulması suretiyle dışarıya karşı “demokratik bir görünüm” sunmanın yeterli olduğu anlayışı dahi değişecek artık. Önce kuvvetler birliği yönündeki zorlamalar, sonra bütün karar süreçlerindeki otokratik uygulamalar, derken mevcut anayasa hükümlerinin bir kısmına uymama keyfiyeti, nihayetinde totaliterliğe tamamen geçişle sonuçlandırılmak istenecek.  

 

O zaman da, yöneten için sadece “buyruk vermek” yeterli olacak. Yerel seçimlerden sonra seçimsiz geçecek olan dört yıl, muhtemelen totaliterliğe geçiş için gereken değişikliklerin de örüldüğü bir dönem olacak. Neler olabilir acaba bunlar? Derin siyaset tarafını bir yana koyup, pratik sonuçlara bakmakta fayda var sanırım. Mesela şu günlerde “demokrasinin ilk basamağı” diyerek sıkça anılan ve çokça adayın da itibar gösterdiği “muhtarlık” kurumuna bile gerek olup olmadığı tartışılacak.

 

Mesela, Büyükşehir Belediyesi seçimini alan partinin, o ildeki bütün ilçe belediyelerini de otomatikman aldığına dair yasa değişikliği yapılacak. Bu durumda ilçe belediyelerinin tamamı Büyükşehir Belediyesi’nin şubesi olacak artık. Böylece zaten yetkileri iyice kırpılmış olan ilçe belediyelerinin işlevi, sadece uygulama şubesi olarak belirlenecek. Mesela kamu kurumlarından talep edilen her türlü altyapı yatırımında “yap-işlet-devret” sistemi uygulaması zorunlu olacak. “Ne gereği var Büyükşehir Belediyelerini üzmenin” denilip, ihale yoluna gidilmesi esas alınacak. Bir yatırımcı da çıkıp bu tesisi yapacak ve vatandaşlar yıllarca ona bedel ödeyecekler artık. Tıpkı hastaneler, otoyollar ve köprülerde olduğu gibi altyapı yatırımları da aynı sistemle kurulup çalıştırılacak. Vatandaşlar o hizmetten şikayet ettiğinde ise, karşısında bulacağı muhatap, yerel yönetim veya kamu kuruluşu değil, sadece bir özel şirket olacak. “Abarttın, bu kadarı da olmaz” demeyin lütfen. Her seferinde “daha da kötüsü olmaz” diyerek bu günlere kadar gelmedik mi zaten?  

 

Balıkesir geneli için değil ama kendi yaşam alanımız için düşünürsek, Büyükşehir Belediyesi ve BASKİ arıtma tesisleri için neden Körfez’de bir adım bile atmıyor mesela? Bunun bir nedeni de, bu türden tesislerin “özelleştirilmesi” için yasal hazırlıklarının tamamlanması olabilir mi acaba? Öyle ya, hani Güre Arıtma Tesisi için arazi temin edilmişti, Ocak ayında temel atılacaktı? Hani Altınkum Tesisi için iki farklı yerde çalışma yapılacaktı? Nedir acaba karar değişikliğinin nedeni? “Önümüzdeki dönem için yeniden yetki verin de öyle başlayayım” denilmesi rasyonel bir siyaset anlayışı olabilir mi? Daha önceki sözlerini tutmayan bir partiye, şimdi tekrar nasıl inansın ki vatandaşlar? Üstelik “sen oyunu ver de, ben de görevimi öyle yapayım” demek, pek kaba, pek zorlama, pek biat talebi taşıyan bir yaklaşım olmuyor mu? ”Ülkü Yolu’nu yaptılar, sahile de palmiye diktiler” dedirtip de, beş sene için yerel yönetimde yetki istemek hak da değil ayrıca.

 

Bu yüzden akla başka bir şey geliyor. Kredi bulup, fizibilite yapıp, tüm tarafları memnun edip, yıllarca sürecek olan bir altyapı yatırımıyla uğraşmak yerine, anlaşılan o ki bu yatırımı özel bir şirkete yaptırıp, tümüyle özelleştirip, bedelini de yıllarca vatandaşa ödetmek daha uygun bir yol olarak görülüyor ve tercih ediliyor. O nedenle de hala beklenen yatırımlara başlanmıyor. İyi de, neden bu durum vatandaşlara dürüstçe söylenmiyor peki? Seçim geçsin, yetki verilmiş olsun, biz de özelleştirme formülünü açıklayalım mı deniliyor? Ankara’da seçim sonrası için bu konuda bir hazırlık var da, şimdilik vatandaşlara mı yansıtılmıyor?

 

Zaten ülkemizde belediyelerin vergi ve benzeri “öz gelirleri” oldukça düşük mertebede bulunuyor. Merkezi iktidar da, bunları yükseltip seçmenin tepkisine maruz kalmak istemiyor. Mesela emlak vergisinin hala bu kadar düşük seviyelerde kalması bize has bir durumdur ve nedeni de budur. O nedenle, ortaya çıkan gelir eksiği yakın zamana kadar ya merkezi idarenin verdiği paylar, ya da mali transferlerle yerel yönetimlere aktarılıyor ve açıklarını kapatma yoluna gidiliyordu. Tabii ki siyasi tercihler esas alınıyordu bu durumda. “Ver oyu, al parayı” formülü işte buraya dayanıyor. Daha sonra başka bir yöntem daha bulundu. Artık merkezi idarenin tercih önceliğinde olan belediyeler, özellikle de büyükşehir belediyeleri önemli ölçekte arazileri devir alıp, imarını potansiyel müşterinin istekleri doğrultusunda “düzeltip”, sonra da satan kurumlara dönüştüler. Bu halleriyle de, yasal yetkiyle donatılmış devasa bir emlak değerlendirme kuruluşu gibi çalışıyorlar artık. Hatta buna “arsa yaratmak”, “şehre değer katmak” da diyorlar. Olumlu bakış sağlamak adına, yapılan satışları parlatmak da denilebilir buna elbette.

 

Özetle, iktidar tarafının ve iktidar belediyelerinin bir “gelecek vizyonu” var elbette. Ben aklımın erdiği kısmına dair yazma gereği duydum, arda kalanını yaşayıp göreceğiz. Fakat belediyelerin hemen her ilde ve ilçede, artık o yerleşimin “en büyük işvereni” pozisyonuna geldiklerini ve sadece kentsel rantın paylaşımından güç aldıklarını da unutmamak gerekiyor. Bu nedenle hem finansal, hem toplumsal ve hem de istihdam açısından çok önemli güçler haline geldi belediyeler ülkemizde. Bu durumun yakın gelecekte değişeceğini, hizmet ağırlıklı olacağını ummak ise oldukça zor. Zira sadece iktidar partileri değil, muhalefet partilerinin de neredeyse hepsi, bu gerçeğe göre organize oluyorlar uzun süredir.

 

Seçmenlerin, işte bu gerçekleri dikkate alarak karar vermeleri gerekiyor şimdi. Zira her çözüm önerisinin “bedava” olmayacağı günler yaşamamız, çok olası artık.

Exit mobile version