ARTİST YAŞAR!

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

av.kamilgunduz@gmail.com

            

Artist Yaşar’ın İki kız kardeşinden  sonra doğumu ailesini sevinçten uçurmuş, evleri “Göz aydına“ gelen  yakın akraba, eş-dost ve komşularla dolup taşmıştı.  Vaat edilen kurbanlar kesilmiş, yardımlar dağıtılmıştı. Artist Yaşar babasının  “soyumu sürdürecek, ocağımı tüttürecek aslan oğlum“ ve  annenin “anasın kuzusu. gönlümün sultanı“   pohpohlaması, kız kardeşlerinin evin içinde ona “Az öteye  git“ demeyerek istekleri aynen yerine getirmeleri, onda  vurdum duymaz, başına buyruk, dilediğini yapmaktan çekinmeyen bir karakterin oluşmasına sebep olmuştu. Mavi gözlü sar saçlı,  on yedi yaşında şımarık bir gençti. 

            

Öğretmeni can kulağıyla  dinleyerek  dersi takip etmek ve evde masa başında ders çalışmak onu mengene gibi sıktığı için İlkokulu  orta dereceyle güç bela bitirmiş  ortaokulda ise,  bir ve ikinci sınıfları iki yılda bir  geçerek  son sınıfa gelebilmişti.

Tanrı, zekadan kısarken  rol, taklit yapma  ve  güzel sesiyle düzgün, etkileyici konuşma  yeteneği olağanüstü  düzeyde bağışlamış.  İlkokul ve ortaokulda  eğitim yılı sonunda  sahneye konulan piyeslerde hep  baş rolü,  hakkını vererek  usta bir sanatçıyla boy ölçülecek seviyede  oynamıştır. Ortaokul  ikinci sınıfta   canlandırdığı  karakterle   öyle etkilemişti  ki; piyesin sonunda ayağa fırlayan   seyircinin  alkış tufanıyla  koca salon   uğuldarken içlerinden bir seyircinin gür sesi  işitilmişti:

         

 “Helal olsun sana Artist Yaşar! “

O günden  sonra bu lakapla anılmaya başlamıştı.  

 

 Arkadaş çevresi  genişti, toplu halde gezerler, bol  bol  voleybol  oynarlardı. Takım kurulurken onu aralarında paylaşamadıklarından  oynayacağı takım kura ile belirlenirdi. Oyunu  hakkı inkar edilmeyecek kadar yeteneği  ve gereği gibi  benimseyip   oynayarak   seyretmekten büyük bir  keyif alan  seyirci, attığı  çığlıkla, patlattığı alkışlarla   destekliyordu. 

Ortaokul, köylere giden yolun kenarındadır. Öğle yemeğinden dönmeye başlayan  çocuklar okul bahçesinde toplanıyorlardı. Bu sırada orta boylu şapkalı geniş omuzlu  beyaz sakallı, pantolonu yamalı,  ayağı çarıklı   Şiran’dan köyüne dönmekte olan yaşlı  ihtiyarı gören  Artist Yaşar,  yanındaki arkadaşlarına;

                  “Gelin arkamdan!“ dedi.

                 Koştu.

                 Yolun ortasında önüne geçti ihtiyarın; iki eliyle  kaptığı sağ elini öpüp alnına yapıştırdı.

 

                  “Vaay! Benim güzel dedeciğim . nasılsın, iyi misin?“ diye sordu.

                  İhtiyar şöyle bir süzdü, hatırlamaya çalıştı, anımsamadı tanımasa elini öpüp hatırını sormayacağını düşünerek onu tanımadığını söylemekten vazgeçip cevap  verdi:

                     “Berhudar ol oğlum. El öpenin çok olsun. Şükür Allah’a iyiyim! “

                      “Ninem nasıl, dizleri hale sızlıyor mu?”

                        Artist  kafadan attı, ama tuttu:

                        “Akşam sabah, evin bir köşesine çekilip of dizlerim diye iki eliyle dövüp duruyor.”

                         “Yok  çaresi  yaşlılık. “

                        “Doğru. Bu ağrılar ölümle biter.“

                        “Evet Evet.  Gelelim  uşaklara  ve de  gelinlere onlar nasıllar?“

                           “Büyük oğlan gurbette çalışıyor, küçük askerde, ortanca oğlan yanımda. Büyük gelin yattı bir oğlan doğurdu,  Ortanca gelin  yeni gebe kaldı, küçük gelin de bir şey yok.”

                           Artist, bıyık altından gülümsemesini belli etmeden;

                          “Küçük oğlan asker dönüşü ilk işi onu  gebe bırakmak olur.   Üzülme! “

                          “İnşaaallah…”

                            “ Eee, hayvanlardan  telef olan var mı?”

                             “Şükür yok, iki inek doğurdu, iki tosunumuz oldu, manda yüklü, koyunlarda doğumun başlaması yakın,  akşam sabah başlarını bekliyoruz.”

                            “Tarlalara bu yıl ne ektiniz, ne kaldırınız, mahsul yüzünüzü  güldürdü mü?”

                          “ Bu yıl yağmur çok düştü . Allah da verdi, ambarların gözleri, mısır buğday ve arpa ile dolup taştı.”

                            “Haydi  dedeciğim sana hayırlı yolculuk, ev halkına  çok selamlar.”

                         “ Başüstüne!”

                             

Artist Yaşar’ın arkadaşları,  adamcağızın  arkasından güçlükle tuttukları  makaralarını salıp gülmekten   kasıklarını elleriyle tutarak  yere yığıldılar. 

 

Teneffüste Artist Yaşar, uzaktan, bir delikanlının ilçeye gelmekte olduğunu görünce, cebinden çıkardığı  kese kağıda  toprak doldurup yolun ortasına bıraktı. Arkadaşlarıyla  on adım öteye çekilip   beklemeye başladılar. Delikanlı uzun boylu, güçlü kuvvetli  siyah saçlı bir gençti. Kesekağıdını  fark etti, birdenbire  duraladı, sağına soluna bakındı, yavaş adımlarla yaklaştı, yerden kapıp hızlı  hızlı  yirmi adım kadar  yürüdükten sonra açıp baktı, dona kaldı, fırlattı.. Artist Yaşar ve arkadaşların attığı kahkahalarla oynanan oyunu anladı,  sopayı hak ettiler, ama ne  çare ki, karakolda bir ton sopa yerdi. Dişlerini sıktı, küfür ederek yoluna devam etti.

 

Yaşlı adam. kağnı arabası ile  Şiran’a  gelmiş. alışverişini yapmış. öğlen namazını kılmak için öküzleri direğe bağlamış, tekerleklerin önüne taş koyup  arabanın üstüne çıkmıştı. Beklerken uyuya kalmıştı. Artist Yaşar arabayı gördü, arkadaşlarıyla  birlikte yaklaştı,  taşları çekip alınca dik ana caddeye aşağı araba  harekete geçti, gürültüden uyanan dede, ilk şaşkınlığı üstünden atarak avazı çıktığı kadar “Dutuuun arabayı kurtarın beniii” diye çığlıklar atarak yardım istemeye başladı, sokakta bulunan ve  dükkanlardan fırlayan  erkekler, arabayı  bir dükkanın içine dalmaya bir karış kala tutup durdurabildiler.

                             İhtiyar, soğuk terler dökerken kendi kendine söylenip duruyordu:

                           “Tekerleklerin önüne taşlar koymuştum kim çekip aldı?”

 

İki  gün ara vermeksizin yağan  kar dindi. Her şey beyaz altında. Bugün Perşembe.  Şiran’da halk  pazarı kuruluyor, köylüler, yaya, at ve eşek  sırtında   gruplar halinde ilçeye giriyordu. Esnaf dükkanları açmış, müşteri bekliyor,  Uzun boylu, iri yapılı başında  fötoru,  sırtında  kürklü  meşin  gocuk, bacağında İngiliz pantolon  ve ayaklarında dizlerine kadar  körüklü siyah çizmeleri çekmiş elleri cebinde kırk beş yaşlarında gösteren  bir adam, pazar yerinde kurulmuş  tezgahları alımlı alımlı süzerken, okula üç arkadaşıyla gitmekte olan Artist Yaşar’ın gözüne çarpınca pis pis sırttı. Arkadaşlarını dürterek  onu işaret edip  yürüdü,  sol elini  çekip cebinden çıkararak  öptü, samimi içten bir istek, tatlı bir ses tonuyla;

                                   “Nasılsınız  bey amcam iyi misin?” diye sordu.

                                    Adam  şöyle göz ucuyla süzüp soğuk kuru bir sesle;

                                    “Sağol“ dedi.

                                      “Yengem nasıl iyi mi?”

                                        Adamın kaşları çatıldı. Göz bebekleri tekerlendi. yüz hatları gerildi.

                                     “Seni tanımıyorum,  kimsin, niçin sorarsın?”

                                       “Tanımadın mı beni bey amcam?”

                                        “Tanımadım!”

                                         Artist  adamın tavrının aynısını takınıp  sert bir sesle;

                                        “ Nasıl tanımasın yahu?” diye sordu

                                        “Tanımadım lan… “

 

Artist Yaşar,  gocuğun kenarından tutup bir yandan çekiştiriyor  bir yandan sağ ayağının ucuyla  çizmelerini  tekmeliyor  avazı çıktığı kadar da bağırıyordu:

 “Başında fötor  şapka, sırtında meşin gocuk, bacağında İngiliz pantolon ve ayakların körüklü çizme görünce kendini adam mı sandın şapşal köylü. Lan senin babandır!”

Köylüler. esnaf ve seyyar satıcılar  kulak verip pür dikkat dinliyorlardı.

 “Bu ne küstahlık“ diye bağıran adam gerilip yaradana sığınarak Artist Yaşar’a sağlı sollu patlattığı  iki tokatın çıkardığı ses otuz adım öteden duyuldu. Üç adım sendeleyerek  geri geri gidip  sarsılan dengesini  güç bela  toplayan  Artist, kulakları cın cın ötüyor, gözleri önünde gök kubbeyi doldurmuş, milyarlarca minnacık  yıldızlar kar tanecikleri gibi kaynaşıp  titreşerek uçuşuyordu.  Ararken bulduğu belalısı, üçüncü tokat için hamle yapınca Artist Yaşar, tabanları yağlayıp  tazı gibi arkasına bakmadan koşmaya başladı.   O  da arkasından  koştu, ama ara sokağa  dalınca  kaybetti. Yakalayamadı.

Artist  Yaşar,   onu  köylü sanmıştı.

Adam, Köy İlkokullarını teftiş etmeye Gümüşhane den gelen  müfettişti.

Artist Yaşar o günden sonra Şiran’a giden  ya da  Şiran’dan dönmekte olan köylüleri,  uzaktan elleri böğründe  gözlerini kısarak yüzündeki hüzünlü havasıyla süzerken, iki yanağının  aynı anda  kızararak   yanmaya başladığını  hissediyordu.

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
ARTİST YAŞAR!
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!